Başlığı Şeref Oğuz verdi. Çizim de O’na ait. Bana da düşünüp yazması kaldı.
Atatürk’e… Devrimleri’ne ve özellikle de
Laik Devlet’e saldırılar artıyor. İnsanlar ve toplumlar da, sahip olduklarının değerlerini onlara sahipken değil de, onları kaybetme duygusunu yaşadıklarında anlıyorlar ne yazık ki... Öncelikle
Atatürk, sistematik bir şekilde kazınıp yok edilmeye çalışılıyor 20 yıldan bu yana.
Atatürk ve toplumumuza kazandırdığı inanç özgürlüğünün güvencesi olan
lâiklik ilkesi de yıllardır erozyona uğratılıyor. Nedeni son derece açık. Devlet’in bağımsız ve tarafsız olmaları gereken kurumlarında, dinî cemaatler giderek daha fazla egemen oluyor.
- Yüzyıl’ın tartışmasız en büyük lideri Atatürk; siyasî, malî, iktisadî, adlî, askerî, kültürel ve benzeri özelliklerin bütününde Türkiye Cumhuriyeti devleti için tam bir bağımsızlık öngörmüştü.
İstiklâl Savaşı’nın askerî harekât bölümünü İzmir’de noktalayan
Atatürk, “Asıl işimiz şimdi başlıyor” demişti. Bu çok önemli bir saptamaydı.
Atatürk, iktidarı bir aileden almış ve bütün millete devretmişti. Neydi farkı bütün diğer benzerlerinden bu Hareket’in? Fransız İhtilâli söz gelimi, egemenliğin millete devri amacına, ancak birçok darboğazdan geçtikten sonra ulaşabilmişti. Rus İhtilâli ise iktidarı millete değil - bir oligarşiye, partili taraf bir kadroya devretmişti. Türkiye’de ise akılcılığa dayanan açık düşünce ortamının gerçekleştirilmesi, öncelikle
laiklik ile sağlanmıştı. Türk çağdaşlaşmasında yenileşmeyi,
laik toplum yaratılmasından ayrı düşünemeyiz.
Atatürk’ün kazandırdığı değerlerin en önemlilerinden birisi,
laik zihniyet yapısının gerçekleştirilmesiydi. 10 Nisan 1928 tarihinde devletin bütün dinlere eşit mesafede olmasını sağlamak gerekçesiyle, 1924 Anayasası’nda yer alan “
Devlet’in dini İslâmdır” ibaresi kaldırılmış ve
laik hukuk devleti yolunda ilk adım atılmıştı. Gelelim bugüne… 20 yıldır
Atatürk ve
Laiklik, unutturulmak istenmektedir Türkiye’de. Türkiye,
laik midir? Bu sorunun yanıtı
kâğıt üzerinde bellidir. Anayasa’nın çok sayıda yerinde açıkça ve doğrudan yer almaktadır bu ilke.
Laiklik ilkesinin gereği olarak kutsal din duygularının, devlet işlerine ve politikaya kesinlikle karıştırılamayacağı söylenmektedir. Değiştirilemez düzenlemelerde, “Türkiye Cumhuriyeti
laik bir devlettir” denilmektedir. Milletvekili ve cumhurbaşkanı yeminlerinde
laik cumhuriyet ilkesine bağlılıktan söz edilmektedir. Bu kanunların, cumhuriyet’in
laik niteliğini koruma amacı güttüğü ve Anayasa’ya aykırı olacak biçimde yorumlanamayacakları ifade edilmektedir. Siyasi partilerin tüzük ve programları ile eylemlerinin
laik çumhuriyet ilkelerine aykırı olamayacağı vurgulanmaktadır. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın, görevlerini
laiklik ilkesi doğrultusunda yerine getireceği iddia edilmektedir. Temel haklar ve özgürlüklerin,
laik devleti ortadan kaldırmak için kötüye kullanılamayacağı veya bunlar sınırlandırılırken
laik cumhuriyetin gereklerine aykırı davranılamayacağı söylenmektedir. Peki uygulama böyle midir? Uygulamalara baktığımızda bu pek böyle değildir. Anayasa, ‘kimse din, vicdan, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz’ derken doğan çocuğun rüfusunun din hanesine İslâm yazılmaktadır büyümesi beklenmeden. Biraz büyüyünce, Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi dersini almaya zorunlu tutulmakta… “Peygamberimizin Hayatı” ve “Kur’an-ı Kerim” derslerini de zorunlu seçimlik ders olarak almak durumunda kalmaktadır. İş-güç sahibi olunca ödediği vergilerin büyük bir kısmı, ona sorulmadan Diyanet İşleri Başkanlığı’na gitmekte... Başkanlık, laiklik ilkesine aykırı açıklamalar yapmakta… Farklı mezhepler ve inançlar yok sayılmakta… Camiler elektrik faturalarından muaf olurken, bunun cemevleri için geçerli olamayacağı, çünkü ibadethane olmadıkları ‘fetvası’ icra olunmaktadır. Ölümden sonrası bile sorundur bu ülkede…
Laik bir tören isterseniz, dinleyen olmayacak… Krematoryum gibi talepler kabul görmeyecektir. Dostlar… Gelin, önce
Atatürk’e sahip çıkalım layıkıyla…
Laiklik de olur o zaman olması gerektiği gibi.